can i recreate the moment? geçmişi yaratırsam, etkilerini de yaratabilir miyim?

bir tek seni özlüyorum ufaklık. ama gelmiyorsun. deklanşöre basıldığı anda başına gelecekler konusunda seni uyarmadığım için gelmiyorsun.
*
-küstün bana?
-hem de çok.
-kızdın bana?
-hem nasıl!
*
-ne zaman büyüdün sen?
-beni bıraktığın günden itibaren
-hala benziyoruz ama birbirimize
-hayır! sen bana benzemeye çalışıyorsun. ama ben zaten başkasıyım.
-suçlama beni. belki ikimiz de küçüktük
-zırhı sen giymiştin. beni savunmasız bıraktın. beni resme hapsettin.
-hayır.. hayır.. dinle bir bak:

"wonder how i wonder why yesterday you told me 'bout the blue blue sky and all that i can see is just a yellow lemon-tree i'm turning my head up and down i'm turning turning turning turningturning around and all that i can see is just another lemon-tree sing: tap ta ra ree rap ree rap tap tap ta ta ree rap ree rap rap rap tapteep dee dap"
Words disemblewords be quick, 
words resemble walkingsticks

eskimeden...


Ortaya karışık bir olan biten muhasebesidir. Muhasebe gibi kağıt üzerinde de değildir. İbraz ettiğinizde paranızı alacağınız vergi iade fişleri gibidir.


Eskiye olan özlemimden sigarayı bıraktım. Yeteri bir süredir içtiğimi düşünüyorum. Eline sigara yakışmayan kadınlardan biri olduğum da doğrudur. (bkz. commentler: H2O2) Kokusundan da kendinden de sıkıldım. Haftasonu bir doktora gittim. Duvarında sigara karşıtı bir yazı vardı. Okumadım bile. Ama o yazının orada olmasının bir sebebi vardı. Kilo alma korkum da kalmadı. Daha çok nefes almak istiyorum. Yıllar önce ara ara içerdim. Bir arkadaşıma bunu söylediğim de "hadi ama hepimizin bir dönem söylediği şeydi bu" dedi sigarasından derin ve keyifli bir nefes alırken. O gün de ona farklı olacağımı söylemiştim. Bugün farklı olamamaktan korktum ve bıraktım. Ama en önemlisi hayatımı değiştirmeye karar verdim. En zor "hayır" diyeceğim şeylerin kendimle ilgili olduğunu fark ettim. Değiştirmek istediğim çok şey vardı. En zor olanlar, hep en yakınımda, enseme yapışmış olanlar. Çekip çıkarırken canımı yakıyor. Sigarayı bıraktım. Sürekli sigara diyorum bir yandan da kendimi denemek için: Sigara! Hayır canım çekmiyor söylerken. Canım yanacak ama sigara değil!


Eskiye olan özlemimden üzerimdeki ölü-yıpranmış-çorak-kahverengi toprağı atmaya karar verdim. Öğrenciyken bir blogum vardı, istediklerimi yazdığım. Yazdıkça kendime kızdığım ama yazdıkça rahatladığım... O bloga yazan kızı çok özledim. Nereye gitti? Hayatında hiçbir şey yokken aslında o kadar hayat dolu ve sorgulayıcı ve mücadeleciymiş ki aynaya bakınca o kıza haksızlık ettiğimi hatırlayıp ağladığım oluyor. Onun sorduğu sorulardan hayatı ele alıyorum: "ne yapıyorum?" Hep hareket halindeydi, hiç durmazdı, herkesi aşka getirip en son kendisi aşık olurdu. Zamanını kullanmayı bilmezdi ama gün sonunda güzel bir şey yapardı. Yenileceği anda içine gömülür, daha güçlü açardı; doğardı, Anka'ydı o!


İnsan büyürken eskiye özlemi mi artar? Çünkü her geçen günüm -tam 23 yıldır- bir önceki güne özlemle geçiyor. Özlem de değil belki. Her geçen gün bir önceki günün güzelliğine ulaşmak için çabalıyorum ve sonuçta ertesi gün kendisine ulaşmak için çabalayacağım daha büyük bir gün beni bekliyor.


Asıl üzüldüğüm şey... Yaraları kayboldu. Kabukları döküldü. İzsiz, ıssız kaldı. Halbuki tek istediği ıssızlıktı. Yoksa yalnızlık herkeste vardı.


Ama dedim ya bu toprağı atma vaktidir. Şanslıyım ki o eski crimsonjoy'un inandığı tek şeye hala inanıyorum. Oyunu herhangi bir noktasından çekip tekrar kurmak benim elimde. Seyit Lutfullah'ın kaplumbağası bende. Atlı karınca ben de! Aynı yerde dönen hiçbir şeye binmem.


Eskitmeden bunları... eskimeden hayat yeniden doğmam gerek. Belki size aslında yazmak istediklerimi yazmam. Söylemek istediklerimi serpiştiririm. Unufak eder yanaklarınıza üflerim.


Ben eskiye özlemimden kendi eskime dönmek için büyük bir oyun tahtası alıyorum önüme, ellerim cebimde, kafam yerde, şapkam bile önümde. Yoksa bu gerçek hayatla ömür geçirmek, kuş tüyü yatağımın içindeki her bir tüy için hesap vereceğim bir kuşun varolması ihtimali kadar can yakıcı-can yıkıcı.

beni öldürmeyen güçlendirir.


Bu söz nasıl bir yargı içerebilir anlamıyorum. Olsa olsa durum değerlendirmesi olmalıdır. Öldürenin ne yaptığı belli midir? Değildir. O halde, birini birine yeğ tutmak anlamsızdır.


Hem, her beni öldürmeyen güçlendirecekse her zaman güce aç biri olarak yaşayacağım. Sürekli eksikliğimin vurgusu üzerinden gelen gücü ne yapayım?


Görünen o ki, beni öldürmeyen pek matah bir şey yapmıyor. Peki, öldüren ne yapıyor? Ne yapıyorsa yapsın bir kere yapıyor ve gerçek olan da o!

born into brothels


Dün çok güzel bir film izledim. Zana Brisky'nin Oscarlı filmi "Born into Brothels". Docu-drama bir film. Zana Calcutta'da kaldığı yıllarda bir grup çocuğa fotoğrafçılık öğretmeye başlar. Çocuklar, kendi temsiliyetlerini kendileri gerçekleştirirler. Kendi gözlerinden hayatlarını resmederler. Zana, zamanla bu fuhuş batağında, sağlıksız koşullarda yaşayan çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışır. Hintli çocukların her birinin benzer hayatları ama farklı gözleri vardır. Acaba "kurtarmak" nedir?




İzlerken bir sürü şeye canımın sıkıldı: filmin kurgu aşamasında dönüştüğü "beyaz kadının fedakarlığı" mesajı, çocukların bilmemeleri gereken gerçeklerin, onlara yakıştıramadığım olgunluğun içinde büyümeleri, sonuçta bu projenin sadece bir elin parmakları kadar çocukla sınırlı olması vb. şeyleri göz ardı edersek filmden çıkardıklarım bana fazlasıyla yetti:


- Gerçeklik olgusuna en yakından sahip olanlar çocuklarmış. Onların evreninde hüzün ve sevinç, siyah ve beyaz, artılar ve eksiler bizlerdeki gibi mantıksal ve doğrusal bir şekilde kademe kademe değişmiyor. Her şey içiçe, her şey ani, hızlı değişiyor. Sorgulamadan geçmiyor.


- Batılı algılara sahip olanlar için, eğitimi ve "gelişimi" reddeden çocuklar yüzünden başarısızlık olarak adlandırılan bu proje bence tam da bu yüzden bir başarı öyküsüdür. Yaşıtlarından farklı olarak onlara başka bir hayatın mümkün olduğu ve seçme haklarının olduğu gösterildi. Çocuklardan eğitim almaya devam etmeyenlere acımayı oldukça gülünç buluyorum. Sanılanın aksine çocuklar bağlı bulundukları çemberden, içine doğdukları hayattan ve kaderden kopmayı büyüklerden iyi bilirler. Eğer fahişe olacaklarının kesin olduğu bir hayata geri dönüş söz konusuysa bu sadece bizim "seks işçiliği" algılarımızın onlardan farklı oluşuyla ilgilidir.


-Ailelerinin isteğiyle okuldan alınan çocukların baskı görmediklerini söylemiyorum. Aile bağlarının ve sevginin en kabul edilmez şekilde koşullandırılmış kavramlar oldugunu her zaman iddia etmişimdir. Ancak kimse Londra'ya eğitim için gitmiş Hintli çocuğun mutlu olduğunu, ailesinin yanındakinin ise mutsuz olduğunu iddia edemez. Aile ve cehalet en büyük güçtür ve mutluluğu tetikler. Ne olursa olsun yapılan seçimlerin sonuçlarıyla yaşam anlamlı olur. Ailesinin yanında fuhuş yapan bir kız, bilineni tecrübe edecektir.


-Çocukların gözleri o kadar güzel ki... Onların gözlerini değil; baktıklarını görünce bu çok daha net oluyor.


Zana, şu an hala bu çocukların nerede ne yaptıklarını takip ediyor.


ps. filmi izlemek isterseniz benden ısrarla isteyiniz.

Beta I'm İzumi


Benim bu hastalık canıma tak deyince doktor gitmeye karar verdim. İlk muaynenin ardından doktorun bazı kan testleri salık vermesiyle acaip sinirlendim doktora. bir soğuk algınlığı için kan testi istendiği görülmüş şey midir? müşteriyi nasıl soyacaklarını şaşırdı bu doktorlar guruhu diye düşünüyordum ki da da da daaam!! Tes sonuçları geldi. Doktor bey'in dediklerinde çıkardığım şey şu idi: az daha gelmesem yağmurların ne zaman yağacağını bilecek bilgeliğe ulaşabilecekmişim. 


Beta mikrobu varmış bende... Mikrop izumi!! 


Neyse son dakikada yine yırttım romantizmadan romatizmaya geçmekten.


Alfa, beta, delta.. Bunlar neydi acaba?

pocket size poto model


Benim çirkin ördek yavruluğu hikayemi daha önceki bloglardan birinde anlatmıştım. Kendimi tekrar etmeyeyim. Lise son sınıfa kadar bu şekilde devam eden kaderim bir gün değişti. Hem de nerde dersem inanırsınız? Zümrüt fotoğrafçılık Ltd. Şti. stüdyolarında!




Lisede mecburen gittik oraya. Ben tasvip etmiyorum, makyajdan zerre hazzetmiyorum, adamların laçka tavırlarından tiksiniyorum. Kaldı ki o güne dek güzel çıktığım tek resmim olmamış. Fotojeni uzağımdan yakınımdan geçmez. Adını unuttum, eleman aldı beni içeri. Güldürmeye çalışıyor, ben de tık yok; şirinlik yapıyor, ukalalıkla cevap veriyorum. oldukça gergin geçen dakikalar sonrasında bam telimi bulup yakalıyor ve bana poz vermeyi öğretiyor şipşak. Hem de öyle bir öğretiyor ki toplu resimlere geçildiğinde ne kadar utanacagımdan habersiz "Pınar çok seksi bakıyorsun" diyerek son dakika golünü de atmayı ihmal etmeyerek.




İşte yaş 17 hatta 16... Fotoğrafların çekiminden sonraki hafta boyunca okuldaki kızların hepsi ayrı triplerde. Konuşurken, dururken, bakarken sanki karşılarında onları bekleyen bir objektif varmışcasına davranıyorlar. Ben de çok farklı sayılmazdım ama ben kendi başımayken evde poz verirdim.




Gel zaman git zaman sevdim bu poz verme işini. Hani belki başka bir gen yapısıyla dünyaya gelmiş olsam bu işten para bile kazanmak isteyeceğim. Pazar günü soğuk havada, ıslak kafayla çektiğimiz fotolardan bir başkası: