izumi yataktan bildiriyor


Üzerimde bir lanet mi var desem, Allah'ın sopası mı desem, nazar mı desem... Hayatımda hiç bu kadar inişli (çıkışa henüz geçmedik) bir dönem daha geçirmedim. Şu an neden bu satırları babannemin yatağından yazdığıma geçmeden bugüne kadar olanları not düşeyim kişisel tarihimin tozlanacak sayfalarına:


- Bu dönem evime saat 9'dan erken gittiğim bir gün bile olmuyor. Haftanın 4 günü okuldan 22:00'da, diğer iki günü de "hayrına" verilen bir ingilizce kursu "yüzünden" herhangi geç bir saatte eve geç gidiyorum.


-Dalgınlıktan ölüyorum. Geçen gün dosyamı kaybettim. İçinde öğrencilerimin 6 hafta boyunca yazdıkları 100lerce essay vardı. Bütün gün çıldırmış bir şekilde dosyayı aradım. Ögrenciler essayleri tekrar yazmak istemiyorlardı. Neyse, o günün akşamında ögrendim ki odamdan çıkarken yere koymusum, sonra da biri alıp götürmüş, satamamış getirmiş. (Şeytan aldııııı götürdüüüü, satamadıııı getirdiiiii)


-Dün akşam da çantamı kaybettim. İçinde cüzdanım, kitaplarım, ilaçlarım.. vb. tüm değerleri eşyalarım var. Dersten çıktım akşam 5 gibi odama girdim. Asistan arkadaşım da odada. Bir döndüm. Çantam yerinde değil!!! Çıldırdım. İlk iş ağlamak. Çünkü biliyorum ki odadan dışarı günde sadece bir kez çıkarıyorum çantamı. Halbuki artık kimse bana inanmıyor. Çünkü hafızamın sürekli bir şeyler uydurduğunu, gerçekleri çarpıttığını biliyorlar. Zira, dosyayı kaybettiğim gün herkese "eminim dosyayı arabama kadar götürdüğüme" demiştim. İşte ben ağlarken, Yasemin çantamı aramaya çıktı. Ben de peşinden gittim. Yolda gözüm sağda bir odaya çarptı. Bir de ne göreyim!!! Yan odada benim çantam duruyor. Kim, nasıl, ne zaman, niye bunu getirdi buraya demeden "sakin ol Pınar, telaşlanma" diye beni sakinleştirip anlattılar. Biz derse gittikten sonra odadaki son hoca anahtarı olmadığı için kapıyı kilitlemeden odadan çıkmak zorunda kalmış. Çantaya bir şey olmasın diye de alıp yan odaya bırakmış.


-Tabii bir de bugün. Ateşim 39. Öksürürken iyi ses çıkıyor, ciğerlerimi hayal edebiliyor sesimi duyanlar. Ancak gel bi konuş deseler ses yok. Yürüyemiyor, yiyemiyor hatta ağlayamıyorum. Kendi düşen ağlamaz diye mi, nazımı çeken yok diye mi bilmiyorum. Pazar günü, (bkz. alttaki foto) modellik yapmak için, ıslak saçlarla Çekmece sahiline gidince, o gece sabaha kadar rüzgar altında ders çalışınca, üstüm açık uyuyunca bir gün hasta oldum. Pazartesi sadece öksürüğüm vardı. Salı günü ofise gittim mecburen ama ders saatine kadar koydum başımı uyudum. İçeri hocalar, öğrenciler, görevliler girip çıkıyor ama umrumda değil zira boynumu dik tutamıyorum. Ayaklarım donuyor, başım boynum yanıyor. Bütün gün yattım. Hasta olmamın tek bir güzel yanı var o da hastayken nazınızı çekecek birilerinin olması ihtimali... Bu sebeple hastalık benim için çekilmez bir şey oluyor. Şımartılmak istiyorum. Tamam, dalga da geçsinler: "oyy oyy oyy hasta mı olmuş, bir de şımartılmak mı istermiş?" desinler, ama sonuç itibariyle nazımı çeksinler. Torkunc beyefendiyi aradım. Yapabileceğim bir şey var mı diye soruyor. Yapmaya çalışıyor ama en basit ve kolay yapabileceği şeyi yapmıyor. "oyyy oyyy oyyy kıyamam" desindi mesela. Ama ben bunu söyleyince sipariş etmiş olacaktım. Tamam da zor mu bunu düşünmek? Zorsa hatalıyım. Düşünüp da yapmak içinden gelmiyor diye yapmıyorsa da ben zaten yanlış taraftayım, yanlış insanı aramışım. İnsanlar mı fazla mekanikleşmiş, ben mi gereksiz derecede inceyim? Öhhhhhö öhhhhhhööö!


Havalar nasıl olursa olsun, sıkı giyinin. Sağlıcakla ve sevdicekle kalın.